17 Kasım 2017 Cuma

Yeşilyurt - Assos 2017

Kısa bir süre önce, birkaç günlüğüne Yeşilyurt (Kaz dağları) ve Assos'a kaçtık. Birkaç gün dediğim süre aslında 1 gece Yeşilyurt ve 1 gece de Assos'tan ibaret. Bazen öyle bir durum oluyor ki, kısacık bir kaçış, günler süren tatillere bedel oluyor. Bu kısacık mola da öyle bir şeydi.
Yeşilyurt, bilhassa sezonunda acaip popüler bir yer. İğne atsan yere düşmeyecek günleri var. O zamanlarını sevmediğimiz için bilhassa bu mevsimde tercih ettik ama her gidişimde içimde bir yer acıyor. Pespayelik, bakımsızlık, pislik... Güya sit alanı ama paravanların, çalılıkların ardında sinsi sinsi devam eden inşaatların sesi ve tozu her yerde. Herkes günlük para kazanmanın derdinde. Bu tabiat harikası köye nasıl sahip çıkarız diyen yok. Plastik sandalyeler... Naylon masa örtüleri...
Bir de iddia ediyorum, Türkiye'nin en rüküş otelleri Yeşilyurt'ta. Yok böyle bir fevkaladenin fevkindelik. Çetmihan ve Manici'den tutun, Reiss Inn ve en tepedeki Öngen'e kadar hepsini tüm detaylarıyla biliyorum. Ne yalan söyleyeyim, Çetmihan'ı yıllar yıllar evvel pek beğenmiştim. Aslında bar kısmı hala çok güzel. Ama o odalar! Aman yarabbi o odalar... 'İç nasıl karartılır' dersi. Yine de eklemeliyim ki rüküşlük konusunda Reiss Inn en rakipsizi. Odada şömine ve jakuzi vb arıyorsanız adres Reiss Inn ama ben başka bir şey söylemeyip kararı size bırakıyorum. Belki bir yolunuz düştüğünde uğrama imkanınız olur ve kendi kararınızı kendiniz verirsiniz.   
Bir de o turizm keşmekeşinin içinde kendi evine sahip olanlar var tabii. Vallahi şans mı şanssızlık mı tam bilemiyorum. 
 Ama tek bir gerçek var ki Yeşilyurt'un doğası muhteşemmm! 
Neyse, Yeşilyurt hakkında yazdıklarımla içinizi yeterince kararttıysam Assos'a geçebiliriz :) Biricik Assos. Toz konduramayacağım cennet. Bence yurdumuzun en muhteşem köşelerinden birisi. 
 Liman tarafı ayrı güzel, Behramkale Köyü ayrı, Kadırga Koyu ayrı ve Sokak Ağzı tarafı ayrı...
Bu gidişimizde Liman otellerinden Nazlıhan Eden'da kaldık. Denize sıfır bir otel. Dalgaların sesi ve sürekli limana girip çıkan teknelerin patpatları çok güzel. İnsana huzur veriyor. 
Assos'u hiç bu kadar boş görmemiştim. Çok güzeldi. Bizden başka 1 çift, ufak bir grup ve onlarca kedi vardı. Bir de yerliler... Sakin, güzel ve alımlıydı Assos. Her zamanki gibi.
Kasım olmasına rağmen havadan yana çok şanslıydık. Güneş bulutların ardına hiç çekilmedi çok şükür.


İşte tam burada kendimi çok acaip hissediyorum. Muhteşem bir özgürlük hissi. Antik dönem insanlarının bu muhteşem tepede, muazzam Ege manzarasına karşı tiyatrolar seyredip felsefe okulları sürdürmeleri bana inanılmaz derecede etkileyici geliyor.
 Assos'un meşhur meydan kahvehanesi. Bayramda seyranda oturacak sandalye bulamazsın :)
 Çok şükür plastik sandalyelerimiz her yerde. Onlar olmasa ne yapacak idik. 

 Şu fotoğraf burnuma deniz kokusu getiriyor. 

 Bohemian O 


 Hangi masaya otursak :)


İşte böyle... Umarım hiç bozulmaz Assos. 15 sene önce aynıydı, şimdi de aynı. İnşallah bundan sonra da böyle devam eder ve bizler arada yakın bir yerlere kaçmak istedikçe Assos'a gönül rahatlığı ile gidebiliriz. İyi hafta sonları herkese.

11 Ekim 2017 Çarşamba

OVE adında bir adam

Bir tanıdığım çoğaltıp vermişti bu çiçeği. Kendi evindeki saksıdan bir dal almış. Suda çimlendirmiş, sonra da bendeki saksıya ekmişti. Şimdi salkım saçaklı bir güzel oldu. Bayılıyorum böyle yukarılardan dökülmesine.

Bir evin dekorasyonu için bitki şart bence. Yeşillik yoksa güzellik yoktur :) Aslında bu aralar bir Koçtaş'a uğrayasım, bitki reyonunu gezesim var. Pachiram öldüğünden beri yeri çok boş kaldı. Yeni bir ağaç/bitki istiyorum. 
 Büyük mumlar burada daha iyi
Ve gün geceye döndü
Dün gece hem ağladım, hem güldüm. Muhteşem bir film izlemek isterseniz eğer, size önerim hemen üstteki fotoda. Sevmek, sevilmek, kazanmak, kaybetmek ve yalnızlık üzerine çok etkileyici bir film. Lüüüffen seyredin :) 

9 Ekim 2017 Pazartesi

Kış kapıda

Kış bu sene nazlı nazlı geliyor. Aslında bu duruma itirazım yok. Hala ara ara sıcacık geçen günler içimi ısıtıyor. Açık havada daha çok vakit geçirebiliyoruz ama artık şundan eminim; kışı da çok seviyorum ben. 
Sonbahar-kış mevsimlerinde doğaya daha yakın oluyorum sanki. Ağaçların, bitkilerin, kuşların sesleri daha bir duyulası hale geliyor. Doğa daha çok şey veriyor. Geçtiğimiz cumartesi günü etraftan topladığım bitkileri bir vazoda bir araya getirdim. Biberiye, göknar, leylandi, ilex, Japon akçağacı, ortanca ve isimlerini bilmediğim 4-5 çeşit bitki daha. Bunlar nasıl güzel şeylerdir. Evin havasını değiştirdi.
Hafta sonu 2 de mum aldım kışa hazırlık. Titrek bir mum ışığı tüm kış gecelerine lazım bişidir :) 


Bundan sonra geceleri başrolde pofuduk terlikler, yumuşacık battaniyeler, tarçın-karanfilli çaylar, güzel filmler, müzikler var ama herkes için başta sağlık diyelim. İyi haftalar herkese.

13 Eylül 2017 Çarşamba

New York - Ağustos 2017

Nasıl anlatılır ki New York? İnanın hiçbir fikrim yok. Koku duyusu hariç, diğer tüm duyulara benzersiz zevkler sunan şehir diye başlasak belki yanlış olmaz. Sonra da dünyanın en 'kendi gibi' şehri desek? Hatta şehir bile değil, sanki bir ülke desek?
 Benim New York'ta gördüklerim şunlar: sınırsız bir yaratıcılık, çeşitlilik, enerji ve dinamizm.
Zaten ileri derecede jet lag olarak girdiğiniz ekosistemde geçirdiğiniz her an bir çeşit 'kafanın güzel olması' hali gibi. Avrupa'nın, sınırları sıkı sıkı çizilmiş, ultra modern, biraz soğuk ve burnundan kıl aldırmayan düzeninin aksine New York acaip cool ve sıcak bir şehir! Hem herkesin, hem de kimseye ait değil. 
7 gün boyunca açık ve kapalı onlarca mekan gezdik. Günde ortalama 23-25 km arşınladık (Yürüyerek erindiğini ilk defa deneyimledim). Tüm gördüklerim arasında 'Bryant Park'a bir bookmark koyalım önce. Gidip de görmemek, görüp de 1-2 saat geçirmemek olmaz dedirtecek türden bir güzellik. Gökdelen çölünün ortasında bir vaha. Evet tamam Central Park falan ama ben Bryant'ı bir adım öne almak istiyorum.
New York'a gidecekseniz, yapacağınız aramalarda ancak sonlarda göreceğiniz bir müze var: Museum of the City of New York (MCNY). Bir kere bu müzeyi bence ennnn başta görmek gerek. New York'un nasıl New York olduğunu, sıfır noktasından bu güne kadarki süreci çok güzel anlatan, interaktif tasarımlı, benim kafamdaki hemen hemen tüm soru işaretlerine cevap veren, ilham kaynağı bir müze.
Bu da en klasik New York fotosu olsun. Şapşal turist fotosu kontenjanından :) Ne yapayım, çektim bir kere :) 15 yıl öncesine göre tek değişiklik polisin eline yerleşen telefon olmuş :)

Museum of the City of New York'dan sonraki duraklar 'Ellis Island Immigration Museum' ile '9/11 Tribute Museum' olmalı. Immigration Museum Amerika'nın Amerika 'yapılışının yöntemini' anlatıyor. 9/11 ise 11 Eylül uçak saldırılarının tüm detaylarını veriyor. 9/11 o kadar muazzam bir müze olmuş ki, uçakları binalara çarpan korsanlar gezse onlar bile en azından duygulanır.  9/11 müzesinin yanında ikiz kulelerin yerine yapılan anıt çeşmeler de muazzam. Gitmişken onları da zaten göreceksiniz.


Bunların dışında Lady Liberty'i yazmaya gerek yok sanıyorum.  Heykelin kendisi kadar, heykele giderkenki vapur seferinin sunduğu Manhattan manzarası da çok güzel.       
 Gösterinin en güzel koltuklarını martılar kapmış :)


  Bu manzaranın gerçeği 'gerçekten' çok güzel :)



Tabii ki modern şehirlerde gıptayla baktığımız parklar, ki buradaki eşsiz bir örnek olan Central Park. Bizim hiçbir zaman böyle parklarımız olmayacak.
  
Şehrin göbeğinde böyle bir sakinliğe sahip olabilmek nasıl bir lükstür. 1900'lerdeki insanların nasıl dahiyane bir öngörüsüdür. İnanılmaz.
 Pek hoş.

Acaba daha başka nasıl tanımlayabilirim New York'u. Sanırım 'kalite' derdim. En sıradan yerdeki kahvenin kalitesi, en minik restauranttaki yemeğin kalitesi, en köşe butikteki kıyafetlerin kalitesi. Bu derece bir kalitenin bizde kesinlikle olmadığını, her şeyimizin çok basma kalıp olduğunu, New York'taki anlamda bir yaratıcılığın ülkemizde asla olmadığını (ve belki de hiç olamayacağını?) söyleyebilirim. Bu arada bu gezinin kitabı da İhsan Oktay Anar'ın 'Galiz Kahraman'ı idi. Rüya görür gibi okuduğum, her seferinde aynı güzel tadı farklı hikayeler aracılığı ile veren yazar.
Hell's Kitchen Flea Market'e de uğradım. Ufak, kolay gezilen, kompakt bir pazar. Bu yaka iğnesini hatıra niyetine oradan aldım. Bayıldım. 



  Kaktüs kafalar :)
  Onlarca butik gezdim. Ürün kalitesi, sunum, ambiyans hepsinde çeşit çeşit, çok etkileyici.


Arlo Soho. Otelimiz, New York'daki evimiz :) Çok memnun kaldık.



Klasik kitapçı, kitap/kahveci arayışımız burada da devam etti ve bu sıcak mekanı bulduk :) Bu taraf kitapçı, karşı taraf masaların olduğu okuma bölümü. Kahve mükemmel, insanlar güzel. Ömrümüz boyunca eksikliğini duyacağımız mekanlar bunlar.

Klasik yine aradım, memleketimden yazarların raflarını buldum. Orhan Pamuk 1, Elif Şafak 2.
Sevgili girişimciler, şöyle bir mekan açsanız bize de. Ama siz de haklısınız. Kim gelecek, kim okuyacak. Etrafta bir dolu Starbucks varken, meşgul olmak için telefon daha ideal bir seçenekken, İstanbul'da böyle bir kitap kafeyi kim niye açsın?   
Amerika'da tattığım en muazzam şey. Hatta ömrümde tattığım en muazzam şey: 'Overnight Oats' Acaba Türkiye'de bunu yapan bir yer var mıdır?
Bu da ikinci harika tat. Yine bir kahvaltı ürünü. İsmi skahsuukka gibi bir şeydi. Türkçedeki şakşukayı çağrıştırıyor ama tadı daha ziyade menemene benziyor.


Büyük boy saksılardaki dev yapraklı çiçek aranjmanlarına bayıldım. Basmakalıp peyzajlardan ziyade daha doğal ve göz alıcı bir düzenleme olmuşlar. Evde bahçeye yapabilir miyim diye bir araştıracağım.
New Yok kütüphanesi muazzamdı. Ana salonun tavanı.



Bir butikte gördüğüm bir kart. Bu soruyu kendime çok soruyorum. Bu vesileyle size de sormuş olayım.

Yazımı bitirmeden önce, bana göre görülmesi gereken mekanları kısaca listelemek istiyorum. Belki birilerinin işine yarar. Tabii bu listenin tam olduğunu iddia etmek yanlış olur :). Daha uzun gezmiş birilerinin, hatta bir süre yaşamış birilerin yazılarına da göz atmak gerek.

-Museum of the City of New York
-Liberty Island ve hemen yanındaki Ellis Island Immigration Museum
-9/11 Tribute Museum ve önündeki anıt çeşmeler
-Natural History Museum (ve bilhassa içindeki Hayden Planetarium'da Neil De Grasse Tyson'un hazırlayıp anlattığı 'Dark Universe' filmi)
-Central Park ve Bryant Park
-Moma (Museum of Modern Art) Modern sanat kısmı kesinlikle bana göre değildi ama en üstteki klasik ressamlar bölümü çok güzeldi. Hemen her büyük ressamın birkaç eseri var. Bilhassa Frida'nın eserleri ile Van Gogh'un Starry Night tablosu çok güzeldi.
-Empire State binasının 89. katı (Gece manzarası için)
-New York Library
-Central Station
-Bit pazarı meraklıları için Hell's Kitchen
-Chelsea Market (urban food & shopping)
-China Town, Little Italy, Time Square, Brooklyn Köprüsü vb gibi bölgeleri yazmama gerek yok aslında ama yine de bütünlüğü bozmamak adına yazıyorum.
-Soho'nun tümmmm ara sokakları (hiçbirini atlamadan)

Yukarıdakileri gördükten sonra hala vaktiniz varsa:
-Intrepid, Sea, Air and Space Museum

Hala vaktiniz varsa ve çocuklarınızla gittiyseniz :)
-Brooklyn (Coney Island sahili -muazzam bir plaj- ve aynı bölgedeki New York Aquarium)

Aslında bu yazıda hiç bahsetmediğim ve bizim diğer gidiş amacımız olan US OPEN konusu var ama bu bloğun okurlarını muhtemelen ilgilendirmeyeceğini tahmin ettiğim için içeriğe dahil etmedim. Sadece tenisseverler için muazzam bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Federer, Nadal, Zverev, Monfils, Ostopenko, Berdych gibi tenis yıldızlarını yakından görmek güzel bir deneyimdi. Bu konuda sorusu olanlar sorularını mesaj atarlarsa memnuniyetle cevap veririm. Sevgiler herkese.