30 Haziran 2015 Salı

'Serendipity'

Hani geçenlerde bir yazı yazmıştım. O yazıda 'Yeni tecrübe ettiğiniz bir durumun, tam da ihtiyacınız olan ama ihtiyacınız olduğunun farkında olmadığınız ve yollarınız bir kez kesiştikten sonra da bir daha vazgeçemediğiniz bir unsura dönüştüğü oluyor mu hiç?' diye sormuştum size. Dün akşam Bilge Karasu'nun 'Kedisiz ve Kitapsız' kitabını okurken yukarda anlatmaya çalıştığım durumu anlatan İngilizce bir kelime öğrendim. Bu kelime 'serendipity' imiş. Bu yeni kelimeden çok hoşlandım; hem anlam, hem de fonetik olarak çok güzel. Anlamını daha kısa ifade etmek gerekirse eğer; sen aramazken karşına çıkan kıymetli şey... Ne kadar hoş değil mi? Aslında hayat bu tip şeylerle dolu, sadece görerek bakmak gerekiyor. Bugün de böyle bir merhaba demek istedim size. Sevgiler ve selamlar herkese.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Ve Lenkaaa!

Sizinle bir sırrımızı daha paylaşmak istiyorum bugün. Hazır dün akşam Defniko ile Lenka'nın tüm kliplerini bir kere daha izlemiş ve izlediklerimizle birlikte güzelleşmişken tüm kız çocuğu annelerine bu sırrımızı vermeye karar verdim. Bilenler de çoktur mutlaka ama ben bu yazıyı henüz duymamış olanlar için yazmış olayım. Burada gördüğünüz dünya güzeli şarkıcının adı Lenka ve harika şarkıları var. Onu bizim en sevdiğimiz şarkıcı kılan şey sadece güzel şarkıları değil, birbirinden yaratıcı ve ilham dolu klipleri ile bu şarkı ve kliplerde aşıladığı pozitif hisler. Kızım müzik dinlerken klibini de izlemeyi seviyor ama şarkılarda ve kliplerde öyle bir sex ve çıplaklık bombardımanı var ki, sıkıntı duyuyorum çoğu zaman ve farklı şeyler bulma ihtiyacı içinde hissediyorum kendimi. Eğer siz de benzer durumu yaşıyorsanız Lenka'yı gönül rahatlığı içinde hayatınıza katabilirsiniz. Kliplerinde istenmeyen unsurların hiçbiri olmadığı gibi, iyi hislerle dolu bir dünyası var.  
 
En sevdiğimiz şarkılarının linkleri şöyle: The Show, Everything at once, Trouble is a friend, My heart skips a beat, Roll with the punches (sanırım benim için en özeli bu), Everything is ok, Don't let me fall (Buna da ayrı bağımlıyım sanırım), Knock knock ve diğerleri...

Bu kız bence bu dünyadaki 'özgür ruh'lardan birisi. Herşeyi ile çok farklı, çok özel. Bana biraz Nil Karaibrahimgil'i hatırlatıyor. Herhangi bir benzerlikleri olduğundan değil ama aykırılık ve bağımsızlık anlamında birbirleri ile çok özdeşler. Zaten Nil şarkılarının da hayatımızdaki yeri büyük oldu. Defniko'yu bu yaşa getiren şarkılar onlar. Bugünlük bu kadar ve iyi haftalar.

26 Haziran 2015 Cuma

Pencereli cupcake kutusu yapımı

Dün akşam Defniko ile evde takılırken bir anda kendimizi kağıtlar ve stickerların arasında buluverdik. Ne yapsak diye düşünürken, cupcake kutusu yapma fikri geldi aklımıza. Daha doğrusu ben birkaç gün önce niyetlenmiş ama araya başka şeyler girince başlayamamıştım. Dün akşam başına oturduk ve yaptık :) Kesme biçmeler benden, sticker süslemeleri Defne'den. Yapması çok keyifli. Umarım siz de beğenir ve denersiniz. 
 

Bu tip çalışmalarda önemli olan şey uygun bir şablon bulabilmek. Şablonu bulduktan sonra o şablonu kullanarak dilediğiniz kadar çoğaltmanız mümkün. Geçen günlerin birinde yolum Eminönü'ne düşmüştü. Üstte gördüğünüz puantiyeli kutuyu oradan, kalıp olarak kullanmak amacıyla almıştım. Bu kutu sanırım 2 TL idi. İsteyen hazır alıp kullanır tabii fakat ben hem kendim yapmak istediğimden, hem de farklı kağıt desenleri kullanmak istediğimden hazır kutu kullanmayı düşünmedim. Dün akşam kutuyu yapıştırılmış kenarından açtım ve kalıp olarak kullanabileceğim şekilde tek boyutlu hale getirdim. 
 
Kutu deseni olarak yukarda gördüğünüz beyaz üzeri kırmızı çiçek desenli kağıdı seçtim ve mavili şablonun kenar çizgileri boyunca kurşun kalemle çizerek modeli çıkardım ve kestim. Bu arada kağıt ortasında kalan kesimleri (dikdörtgen pencere, tutmaçların yarım daireleri, iki ince uzun çizgi gibi) falçata ile kesip çıkarmak gerekiyor. Makasla hem zor olur hem de kenarlar tırtıklı kalabilir.

Kesme işlemi bittikten ve pencereye şeffaf föyü içerden yapıştırdıktan sonra, yapıştırma kulakçığından silikon ile yapıştırdım. Ardından Defniko cupcakeli, demlikli stickerlarla süsledi.



İşlem bitince bolca fotoğrafladım.  

'Hand made' etiketsiz olur mu? Olmaz :) 

Atölyelerimde bolca sticker kullanıldığı için girdiğim tüm kırtasiye/sanat market ve benzeri yerlerden sürekli sticker alıp çıkıyorum. Sticker kutusunu karıştırırken buldum bunları. Ne zaman nerden almışım hatırlamıyorum ama neresiyse gidip tekrar set set almam lazım, çok güzeller :( Umarım Amsterdam değildir bunları aldığım yer. Eğer öyle ise çook idareli kullanmam gerekecek.  

 
Blog için sizin de kolayca yapmanıza yardımcı olacak şablon modelleri araştırırken bu iki model çıktı karşıma. Üstteki benim kullandığıma çok benziyor. Pencerli bir model. Bu şablonları kullanırken dikkat etmeniz gereken şey, print alırken veya fotokopi yaparken ihtiyacınız ölçüsünde büyütmeniz. Yukardaki şablonu ohmyfiesta.com'dan aldım. 

 
Üstteki model ise penceresiz. Bunu da kimstamps.com'dan aldım.  Daha farklı alternatifler görmek isteyenler pinterest veya Google'a 'cupcake box template' yazarak arama yapabilirler. Özellikle pinterestte sayısız seçenek mevcut ama dediğim gibi ihtiyacınız olan oranda büyütmek veya küçültmek konusuna dikkat etmeniz gerekiyor. Eğer print/fotokopi için imkanınız yoksa benim kullandığım şablon pastacılarda var. Bir yolunuz düştüğünde alabilir, kendi cupcake kutunuzu yapmayı deneyebilirsiniz. Bu arada bu hafta da cumayı getirmişiz. Güzel tatlı bir hafta sonu dilerim herkese. Mutlu olun. Sevgiler.


25 Haziran 2015 Perşembe

Beklenen manolyacık


Çiçek kokuları en güzelden itibaren sıralansa bence manolya ilk beşte yerini alır. Muazzam bir koku, çok güzel çok naif bir görüntü; ama onun hakkında böyle düşünen sadece ben değilim belli ki :) Gördüğünüz üzere cazibesine kapılanlar etrafında uçuşuyor :)


24 Haziran 2015 Çarşamba

Su sesi

Ne diyordu Calm'da... 'Suyun sesini dinleyin' diyordu. 'Kıyıya vuran dalgaları, derenin şırıltısını veya bir süs havuzundaki fıskiyenin sesini dinleyin'. Benim zaman zaman yaptığım bir şey olduğu için kitabın ne anlatmaya çalıştığını çok iyi anladığım, okurken sesleri duyarak okuduğum bir bölüm oldu. Ama dün akşam bir değişiklik yapıp çizim defterimi ve kitabımı aldım yanıma. Biraz çiziktirdim, biraz okudum ve bolca su sesi dinledim. Bu dünyada terapi diye bir şey varsa eğer en çok duada ve doğada var. Bu bloğu takip ediyorsanız ve seviyorsanız eğer, bana bir söz verin. Önümüzdeki 10 gün içinde bunu siz de yapın. Ne olur yapın. (Bu arada bu tatlı sabırlı deftercik de hiç çizemeyen insana bile çizdirebilen böyle tatlı bir şey işte. İlk ders çay fincanı :))

Alain De Botton'u ve kitaplarıyla aramdaki ilişkiyi burada anlatmıştım. Şu an elimdeki son kitabı 'Felsefenin tesellisi'ni okuyorum. En az diğerleri kadar güzel. Türkçeye çevrilmiş 7 kitabını okumuş oluyorum böylelikle ama sanırım bir 5-6 tane daha var. Onları da alacağım sırayla (Ta ki o düşünce stili DNA'ma iyice işleyene dek) Öndeki çiçekli tatlılık da yukarda gördüğünüz çizim defterimin tatlı kapağı. Onu ayrıca yazacağım size.

Bu ortam ve sesler o kadar hoşuma gitti ki periscope'dan ufak bir video paylaşımı da yaptım sizin için. Periscope hesap adım aynı: cafecraftistanbul... Bu hafta da perşembeyi getirdik. Neredeyse bitti koca bir hafta daha.

Tam şu an

Tam da bu anı paylaşmak istedim şimdi, fotoğrafı gözümle çekmiş gibi... Okuyarak ve yazarak geçen bir günden daha iyi ne olabilir ki? Solumdakiler, kucağımdakiler ve fotoda göremediğiniz sağdakiler bugünlerde elimden düşüremediklerim. Herşey artık daha iyi demiş yazar bu makalede. Bence de...

Calm

Bu aralar size de yazmak ve anlatmak istediğim o kadar çok var ki! Nasıl sıraya sokacağımı bilemiyorum. 14 Haziran Pazar günü saat 13:00 sularında Amsterdam'da havaalanında pasaport kontrolünden geçmiş uçak saatine kadar etraftaki mağazalara bakıyorduk. Önce birine, sonra diğerine.. Herhangi bir şey almaktan ziyade vakit geçirmek ve uçak saatine yaklaşmak üzere hareketler... Sonra bir kitapçıya girdim. Dergilere kitaplara bakınıp dünyanın en güzel dergisinin bir sayısını daha bulmuşken (o da ayrı bir yazının konusu) yukarda gördüğünüz kitap hem rengi hem de ismi ile dikkatimi çekti. 'Calm' yani sakinlik veya sükünet... Sayfalarını karıştırdığım ilk 3 saniyede almaya karar verdim ve geçtiğimiz iki gün içinde okuyup bitirdim. Daha doğrusu yudum yudum içtim. Şimdi bana hissettirdiklerini yazacağım ki asıl zor olan kısım burası :)

Malum durumu hepimiz biliyoruz. Hızlanan hayatlar, devamlı bir koşma ve bir şeylere yetişme - birşeyleri yakalama zorunluluğu, sürekli bir anı yaşayamama hali, dijital baskı, doğadan ve kendinden uzaklaşma vb... Bu kitap, okuyucularını 'calm revolution'a yani sakin devrime katılmaya çağırıyor. Kendini olduğun gibi kabul etmeye, sevmeye, önce kendin için vakit ayırmaya, 'zihinsel sükünete' erişmeye çağırıyor ve yollar yöntemler seriyor önüne. Aslında bu kitabı okurken gerçekten bir kere daha fark ettim ki ben calm revolution'a ne zaman olduğunu bilmediğim bir zamanda zaten katılmışım. İç güdülerimi takip ederek bunu kendi kişisel tarihimin bir yerinde başarmışım. Yine de bu kitabın tatlılık dolu sayfaları arasında gezinmek hem kendi süreçlerimi gözden geçirmemi-hatırlamamı sağladı hem de hücrelerime iyi hisler aşıladı. Eğer siz de hayatı gözleriniz (manen) açık ve anlarınızı hissederek yaşıyorsanız siz de kendinizi bu sayfalara ait hissedeceksiniz.


Kitabın öne çıkardığı birçok konu var ki birincisi doğa ile ilişkiler ve doğa farkındalığı. Bizler insan nesli olarak doğanın sadece ufak bir parçasıyken hissel ve bedensel olarak ondan uzak kalmak zorunda kalışımızın bizden götürdüklerini ve aksi durumun bize kazandıracaklarını anlatıyor ince ince. Bir ağacın altına oturun ve onun canlılığını, konuşmalarını, kıpırtılarını, toprağın altındaki köklerini ve yaşama tutunuşunu hissedin diyor. Bazı sayfalar içimi eritti. Buraya çok sınırlı birkaç tanesini taşıyabildim ki bu da onlardan bir tanesi. En son ne zaman çıplak ayakla çimende, kumda veya çamurda yürüdüğünüzü soruyor mesela. Dünyanın en şaşırtıcı soruları değil bunlar belki ama bir durup düşünmek için her sayfada başka bir fırsat var.

Günlük hayatın sıradan saydığımız ritüellerinin önemini ve onlarla olan ilişkinizi sorguluyor mesela. Uyku alışkanlıklarınız, beslenme düzenimiz, günlük hayatınızın akışı gibi..

La Passeggiata'dan bahsetmiş ki okuyunca ne kadar doğru olduğunu ve yazlık yerleri neden çok sevdiğimizi bir kere daha anladım. Amaçsız, tatlı tatlı gezinmenin (tipik İtalyan demiş kitap bunun için :)) ve gerçekten hiçbirşey yapmadan ve düşünmeden durma, oturma, takılma halinin kazandıracağı 'yenilenme' hissinden bahsediyor.

Bazı korkular ve onların çözüm şekillerine değiniyor ama bunu yaparken kullandığı çizimler, resimler, doodellar, fotoğraflar o kadar güzel ki!



Bitkiler ve onların getirdikleri...  

Telefondan ve dijital dünyadan zaman zaman uzak kalmanın veya onlarla ilşkimize biraz mesafe koymanın önemi...

Ve yazın diyor kitap. Bol bol yazın. Düşüncelerinizi, duygularınızı organize edebilmek, gözden geçirebilmek ve sonrasında dönüp hatırlayıp o nostalji hissini yaşayabilmek için yazın diyor. Arada bir de o gün size huzur veren şeyi, o gün şükretmenizi sağlayan şeyi ve o günün öne çıkan konularını yazmanız için aralara bu tatlı sayfalardan eklemişler.

Seyahatin bu içsel evrimdeki rolü... 

Beslenme ve bazen de daha farklı bir özenle sofra düzenlemenin önemi... 

Ve kitabım 'Kağıttan'ın arka kapak yazısında ifade ettiğim gibi 'bir hobiye sahip olmanın önemi' kitabın değindiği başlıca konulardan birkaçı. Aslında bu yazı çok dar bir özet ve ana fikri aktarmak konusunda sadece ufak bir giriş. Yine de bu konunun ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Bence 'calm revolution'ı daha çok duyacağız ve insanların buna gerçekten ihtiyacı var.

23 Haziran 2015 Salı

Vintage aşkı

Güzel bir ekim, pardon, haziran sabahından günaydın :) Soğuklardan ve yağışlardan henüz haziranı hissedemedim ama herhalde ilerleyen günlerde hissedeceğiz :) Aslında kavurucu sıcaklar mı yoksa böyle tatlı serin havalar mı diye durup düşününce serinler daha güzel gelmeye başladı bana. Ama neticede ben yaz insanıyım. Bir güzel gelir, iki güzel gelir, üçüncüde deli gibi özlerim sıcakları.

İmkan bulabilirsem bugün yazmak istediğim birkaç başlık var ve ilki nostaljisi olan ürünler üzerine ve iki tanesini bu fotoda görüyorsunuz. Ezelden beri içimde olan eski eşya sevgisi son 1-2 yıldır iyiden iyiye bir hobiye, özel bir ilgi alanına dönüştü. İmkan buldukça ziyaret ettiğim bit pazarları (ki bir önceki yazımda anlattığım Amsterdam gezimde bile uçaktan inip, otele valizleri attıktan sonra uğradığım ilk durak waterloo bit pazarı olmuştu) bu sevginin katmerlenmesinde özel bir rol oynadı sanıyorum. Geldiğim şu son noktada evimde bir vintage eşyalar köşesi var ve çaktırmadan, birer ikişer çoğalıyor o köşedeki güzellikler.

Burada gördüğünüz iki muhteşem sandalye de bir akrabamızın gelin çeyizinden ve neredeyse 40 yıla yakın hizmet etmişler ilk sahibelerine. Daha ilk gördüğümde çok beğenmiş, 'olurda günün birinde elden çıkaracak olursan ben talibim' demiştim. Sağolsun o gün bana verdiği sözü unutmamış ve artık benim oldular :):) Yerim olsa hepsini almak isterdim ama ancak iki tane alabildim. Önce güzelce elden geçirteceğim, cila ve sağlamlaştırma gerekecek. Döşemesinin de değişmesi gerekiyor. Boyasının rengi, eskitilme tekniği, döşemesinin rengi bile o kadar bizim ev için yapılmış gibi ki. Yemek masamın uzun kenarındaki koltuk-bankım bile aynı çimen yeşili döşemeye sahip. Sanki yapan bizim ev için yapmış. Orijinal görünümünü bozan hiçbir değişiklik yaptırmayacağım ve gözüm gibi bakacağım onlara.       

22 Haziran 2015 Pazartesi

Amsterdam yolcusu kalmasın

Haziran'ın ikinci haftası Amsterdam'daydım. Bu üçüncü gidişim oldu. İlkini tamamen müzelere ayırmıştım. İkincisi çok sevdiğimiz arkadaşlarımız ile birlikte parklar ve bahçelerde takılma gezisiydi. Bu seferki ise aslında iş gezisiydi ama kendime ayırabildiğim vakitte gördüğüm tüm sokak üstü butiklere girdim. Butik derken aklınıza kıyafet gelmesin, kastettiğim dekorasyondan botaniğe, oyuncaktan mutfak eşyasına çeşitli ürünlere ev sahipliği yapan butikler.
 

Avrupa'nın büyük şehirlerinin hepsinin kendine özgü bir karakteri var ve Amsterdam'ı tek bir kelime ile ifade etmek gerekirse bence o kelime 'dinamizm'. Hızla yaşlanan ve akşam 18:00'de evlerine kapanan kuzey Avrupa'da Amsterdam genç ve dinamik nüfusu ile çok farklı bir yaşam enerjisi vaat ediyor. Bir de bence Avrupa'nın en cool insanları Amsterdam'lılar. Güzelliği, nezaketi, sanatçılığı, tasarımı böylesine bir arada barındıran bir halk hiçbir yerde yok bence. Kusursuz fiziksel güzellikleri, tasarıma ve yaratıcılığa olan yatkınlıkları (aslında hayatlarının bir parçası demek lazım) ve her türlü yapaylıktan uzak kibarlıkları ile bence çok sofistike bir grup insan var orada. Bir de, ulaşım için bisiklet kullanımından daha tarz bir durum düşünebiliyor musunuz :)
Girişte yazdığım gibi, bu gidişimde hedefim Amsterdam'a özgü butikleri gezmekti. Günün birinde yolunuz buraya düşerse ve çok kısıtlı bir vaktiniz olursa gezmeye Gerard Doustraat'tan başlayın. Onlarca minik butik yan yana. Çok çeşitli ürünleri bir arada görebiliyorsunuz. Üstteki foto bu cadde üzerindeki 'De Kinderfeestwinkel'dan... Burası bir oyuncakçı. Çok tatlı, çok naif şeyler var.

Oyuncakçıdaki mini mutfak reyonu. Şu gözlü ve pembe yanaklı demliğe bakar mısınız. Epey mücadele ettim kendimle :)


  

Yine aynı cadde üzerindeki 'Blond Amsterdam'. Burası üzeri karikatürize baskı desenlerle tasarlanmış mutfak aşyaları satan bir dükkan. Mutfakta ihtiyaç duyabileceğiniz hemen herşey burada var. Porselenler hoşunuza gidecektir fakat çok kalın ve ağırlar. Bence ülkelerarası yolculuklar için ideal değiller.
 
Yine aynı cadde üzerinde ilerlerken karşınıza çıkacak olan 'All the Luck in the World'... Burayı Cafenohut Ayda keşfetmişti. Ben ilk onun fotoğrafları dolayısı ile buranın varlığından haberdar oldum ve kısaca muh.te.şem bir dükkan.






 İçerdeki herşey çok hoş ama koltularına sehpalarına ayrıca bayıldım.




 Üstte gördüğünüz adını not etmediğim bir vintage kostümcü. Ben onların elbiselerine bayıldım, onlar da benim üzerimdeki elbiseye bayıldılar ama benim elbisem 30 TL idi, onların ki (mesela) 180 TL :) Elbise hastası birisi olarak çok şeyi alıp çıkmak istedim.

Kostümcüdeki mini vintage porselen rafı 

Sağda gördüğünüz kilit mevzuu Avrupa'da içinden nehir geçen tüm kentlerde var herhalde.  

Mutlaka görmeniz gereken bir diğer yer 'Çiçek pazarı / Bloemenmarkt' Çiçek seviyorsanız çok hoşunuza gidecek. Amsterdam'ın meşhur peynir butikleri de bu cadde üzerinde bolca var. Bir parça peynir almadan dönmeyin bence.  



Cafe Latei... Gitmeden önce duymuştum. Aradım buldum. Çalışanlar ve müşteriler hariç istediğinizi satın alabiliyorsunuz :)  

Meşhur Cafe 'In de Waag' Amsterdam'a yolu düşmüş herkesin yolu buraya çıkar. Çıkınca da oturup birşeyler atıştırın mutlaka. 
 
Meşhur kanal evler. Kanallarda çok sayıda böyle yüzen ev var. Bildiğiniz evlerden tek farkı yüzmesi :) 

 

Şu sağdaki kuş herhalde burada gördüğünüz otelin kuşu. Sakin sakin, dertsiz tasasız dolaşıyordu ortalıkta. Geleni geçeni süzüyordu :) 

Ve evet, benim dükkanım. Kısaca kağıtçı diyebiliriz :) Muhteşem kağıt ürünler vardı içerde.  

'Flying tiger' İçinde lüzumlü hiçbirşey bulunmayan ama yine de birçok şeyi almak istediğiniz, hem de oldukça ekonomik fiyatları olan bir mağaza. Denk gelirseniz girin bence.

Hani burayı zikretmeye gerek var mı bilmiyorum ama Amsterdam demek bence birçok şeyin yanısıra 'Vondel Park' demektir. 1 tur 1000 huzur diyorum kısaca.  



Kayıp eşya noktası. Bir şey bulursanız getirip buradaki mandallara asıyorsunuz :) 

Yukardaki foto 'Gekaapt'tan... Giyim, dekorasyon, takı ve bitki türleri bolca var içerde.  

 
Bu gördüğünüz mağaza ise 'Waar' Sağlıklı porselen, organik gıda, dönüşümlü malzemeden defter, kütük vb gibi servis ürünleri vb satan bir mağaza.


İşte aktaracaklarım kısaca böyle. Amsterdam'a her gidişim iyi hislerle dolu bir deneyim oluyor. Umarım yolunuz düşer ve düşerse umarım bu yazı size fikir verir. Sokaktaki en sıradan cafe, butik veya mağaza bile size 'ilham' vaat ediyor. Herkese iyi haftalar diliyorum tekrar.