13 Eylül 2017 Çarşamba

New York - Ağustos 2017

Nasıl anlatılır ki New York? İnanın hiçbir fikrim yok. Koku duyusu hariç, diğer tüm duyulara benzersiz zevkler sunan şehir diye başlasak belki yanlış olmaz. Sonra da dünyanın en 'kendi gibi' şehri desek? Hatta şehir bile değil, sanki bir ülke desek?
 Benim New York'ta gördüklerim şunlar: sınırsız bir yaratıcılık, çeşitlilik, enerji ve dinamizm.
Zaten ileri derecede jet lag olarak girdiğiniz ekosistemde geçirdiğiniz her an bir çeşit 'kafanın güzel olması' hali gibi. Avrupa'nın, sınırları sıkı sıkı çizilmiş, ultra modern, biraz soğuk ve burnundan kıl aldırmayan düzeninin aksine New York acaip cool ve sıcak bir şehir! Hem herkesin, hem de kimseye ait değil. 
7 gün boyunca açık ve kapalı onlarca mekan gezdik. Günde ortalama 23-25 km arşınladık (Yürüyerek erindiğini ilk defa deneyimledim). Tüm gördüklerim arasında 'Bryant Park'a bir bookmark koyalım önce. Gidip de görmemek, görüp de 1-2 saat geçirmemek olmaz dedirtecek türden bir güzellik. Gökdelen çölünün ortasında bir vaha. Evet tamam Central Park falan ama ben Bryant'ı bir adım öne almak istiyorum.
New York'a gidecekseniz, yapacağınız aramalarda ancak sonlarda göreceğiniz bir müze var: Museum of the City of New York (MCNY). Bir kere bu müzeyi bence ennnn başta görmek gerek. New York'un nasıl New York olduğunu, sıfır noktasından bu güne kadarki süreci çok güzel anlatan, interaktif tasarımlı, benim kafamdaki hemen hemen tüm soru işaretlerine cevap veren, ilham kaynağı bir müze.
Bu da en klasik New York fotosu olsun. Şapşal turist fotosu kontenjanından :) Ne yapayım, çektim bir kere :) 15 yıl öncesine göre tek değişiklik polisin eline yerleşen telefon olmuş :)

Museum of the City of New York'dan sonraki duraklar 'Ellis Island Immigration Museum' ile '9/11 Tribute Museum' olmalı. Immigration Museum Amerika'nın Amerika 'yapılışının yöntemini' anlatıyor. 9/11 ise 11 Eylül uçak saldırılarının tüm detaylarını veriyor. 9/11 o kadar muazzam bir müze olmuş ki, uçakları binalara çarpan korsanlar gezse onlar bile en azından duygulanır.  9/11 müzesinin yanında ikiz kulelerin yerine yapılan anıt çeşmeler de muazzam. Gitmişken onları da zaten göreceksiniz.


Bunların dışında Lady Liberty'i yazmaya gerek yok sanıyorum.  Heykelin kendisi kadar, heykele giderkenki vapur seferinin sunduğu Manhattan manzarası da çok güzel.       
 Gösterinin en güzel koltuklarını martılar kapmış :)


  Bu manzaranın gerçeği 'gerçekten' çok güzel :)



Tabii ki modern şehirlerde gıptayla baktığımız parklar, ki buradaki eşsiz bir örnek olan Central Park. Bizim hiçbir zaman böyle parklarımız olmayacak.
  
Şehrin göbeğinde böyle bir sakinliğe sahip olabilmek nasıl bir lükstür. 1900'lerdeki insanların nasıl dahiyane bir öngörüsüdür. İnanılmaz.
 Pek hoş.

Acaba daha başka nasıl tanımlayabilirim New York'u. Sanırım 'kalite' derdim. En sıradan yerdeki kahvenin kalitesi, en minik restauranttaki yemeğin kalitesi, en köşe butikteki kıyafetlerin kalitesi. Bu derece bir kalitenin bizde kesinlikle olmadığını, her şeyimizin çok basma kalıp olduğunu, New York'taki anlamda bir yaratıcılığın ülkemizde asla olmadığını (ve belki de hiç olamayacağını?) söyleyebilirim. Bu arada bu gezinin kitabı da İhsan Oktay Anar'ın 'Galiz Kahraman'ı idi. Rüya görür gibi okuduğum, her seferinde aynı güzel tadı farklı hikayeler aracılığı ile veren yazar.
Hell's Kitchen Flea Market'e de uğradım. Ufak, kolay gezilen, kompakt bir pazar. Bu yaka iğnesini hatıra niyetine oradan aldım. Bayıldım. 



  Kaktüs kafalar :)
  Onlarca butik gezdim. Ürün kalitesi, sunum, ambiyans hepsinde çeşit çeşit, çok etkileyici.


Arlo Soho. Otelimiz, New York'daki evimiz :) Çok memnun kaldık.



Klasik kitapçı, kitap/kahveci arayışımız burada da devam etti ve bu sıcak mekanı bulduk :) Bu taraf kitapçı, karşı taraf masaların olduğu okuma bölümü. Kahve mükemmel, insanlar güzel. Ömrümüz boyunca eksikliğini duyacağımız mekanlar bunlar.

Klasik yine aradım, memleketimden yazarların raflarını buldum. Orhan Pamuk 1, Elif Şafak 2.
Sevgili girişimciler, şöyle bir mekan açsanız bize de. Ama siz de haklısınız. Kim gelecek, kim okuyacak. Etrafta bir dolu Starbucks varken, meşgul olmak için telefon daha ideal bir seçenekken, İstanbul'da böyle bir kitap kafeyi kim niye açsın?   
Amerika'da tattığım en muazzam şey. Hatta ömrümde tattığım en muazzam şey: 'Overnight Oats' Acaba Türkiye'de bunu yapan bir yer var mıdır?
Bu da ikinci harika tat. Yine bir kahvaltı ürünü. İsmi skahsuukka gibi bir şeydi. Türkçedeki şakşukayı çağrıştırıyor ama tadı daha ziyade menemene benziyor.


Büyük boy saksılardaki dev yapraklı çiçek aranjmanlarına bayıldım. Basmakalıp peyzajlardan ziyade daha doğal ve göz alıcı bir düzenleme olmuşlar. Evde bahçeye yapabilir miyim diye bir araştıracağım.
New Yok kütüphanesi muazzamdı. Ana salonun tavanı.



Bir butikte gördüğüm bir kart. Bu soruyu kendime çok soruyorum. Bu vesileyle size de sormuş olayım.

Yazımı bitirmeden önce, bana göre görülmesi gereken mekanları kısaca listelemek istiyorum. Belki birilerinin işine yarar. Tabii bu listenin tam olduğunu iddia etmek yanlış olur :). Daha uzun gezmiş birilerinin, hatta bir süre yaşamış birilerin yazılarına da göz atmak gerek.

-Museum of the City of New York
-Liberty Island ve hemen yanındaki Ellis Island Immigration Museum
-9/11 Tribute Museum ve önündeki anıt çeşmeler
-Natural History Museum (ve bilhassa içindeki Hayden Planetarium'da Neil De Grasse Tyson'un hazırlayıp anlattığı 'Dark Universe' filmi)
-Central Park ve Bryant Park
-Moma (Museum of Modern Art) Modern sanat kısmı kesinlikle bana göre değildi ama en üstteki klasik ressamlar bölümü çok güzeldi. Hemen her büyük ressamın birkaç eseri var. Bilhassa Frida'nın eserleri ile Van Gogh'un Starry Night tablosu çok güzeldi.
-Empire State binasının 89. katı (Gece manzarası için)
-New York Library
-Central Station
-Bit pazarı meraklıları için Hell's Kitchen
-Chelsea Market (urban food & shopping)
-China Town, Little Italy, Time Square, Brooklyn Köprüsü vb gibi bölgeleri yazmama gerek yok aslında ama yine de bütünlüğü bozmamak adına yazıyorum.
-Soho'nun tümmmm ara sokakları (hiçbirini atlamadan)

Yukarıdakileri gördükten sonra hala vaktiniz varsa:
-Intrepid, Sea, Air and Space Museum

Hala vaktiniz varsa ve çocuklarınızla gittiyseniz :)
-Brooklyn (Coney Island sahili -muazzam bir plaj- ve aynı bölgedeki New York Aquarium)

Aslında bu yazıda hiç bahsetmediğim ve bizim diğer gidiş amacımız olan US OPEN konusu var ama bu bloğun okurlarını muhtemelen ilgilendirmeyeceğini tahmin ettiğim için içeriğe dahil etmedim. Sadece tenisseverler için muazzam bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Federer, Nadal, Zverev, Monfils, Ostopenko, Berdych gibi tenis yıldızlarını yakından görmek güzel bir deneyimdi. Bu konuda sorusu olanlar sorularını mesaj atarlarsa memnuniyetle cevap veririm. Sevgiler herkese. 

12 Eylül 2017 Salı

Yavru kedilerimiz

Geçen hafta çarşamba akşamı eve vardığımızda kapımızın önünde 2 yavru kedi bulduk. Bir gece önceki sağanak yağmurda sırılsıklam olmuş, aç ve bitmiş haldelerdi. Birini ölmüş sandık ve diğeri de son nefesini vermek üzere gibiydi. O minicik nefesiyle de zor duyulan bir sesle miyavlamaya çalışıyordu.
O andaki görüntüleri o kadar iç parçalayıcıydı ki (en son foto) bir süre o tarafa bakamadım bile. Bir kutu bulduktan sonra bir parça bezle kaldırıp kutuya koyduk ve veterinere götürdük. Veterinerden aldığımız anne sütü tozu ve biberonla birlikte eve geri döndük.
 
Kutunun içinde saç kurutma makinası ile yavaşça kurutup, vücut ısılarının artmasını sağlamaya çalıştık ve ardından sütü hazırlayıp biberonla yedirdik. Karınlarını doyurunca yumuşak bir bezle, sıkmadan kundakladım.
 O andan itibaren hayata tam olarak döndüklerini hissettim.
O günden sonra o kundak, benim onlarla aramda bir huzur köprüsü oldu. O bezi görür görmez güvende olduklarını, huzurlu olabileceklerini hissediyorlar. Şu tatlılığa bakar mısınız :)
  Bebeler
 Onları buluşumuzun ardındaki iki gün ofise beraber gidip döndük ve 3 saatte bir biberonla besledim. 
Tabi biraz kendilerine gelince araba içinde zapt etmek pek kolay olmadı :) O yolculukları bir ben bilirim. Ne kutu, ne koltuk, ne kucak ne de başka bişi... İlle de boyun :) Trafikte seyrederken yan arabadaki şoförü iki omuzunda iki kediyle gördüğünüzü düşünün bir. Ben görsem 'kafayı yemiş herhalde' diye düşünürdüm kesin :)

 Derken cumartesi geldi ve büyük bir mucize eseri anneyi bulduk. Kavuşma anını görmeliydiniz.

Meğer annenin bir yavrusu daha varmış. Anneye sevgiyle yaklaşıp, besleyip kendini güvende hissetmesini sağlayınca ortadan kayboldu önce. Ne yalan söyleyeyim karalar bağladık çok fena. Çünkü hiçbir bakım, anneleriyle doğal ortamlarında yaşamaları gibi olmaz; ama biraz sonra anlaşıldı ki anne, diğer yavruyu da sakladığı yerden getirmeye gitmiş. Yavrusuyla geri dönünce gözlerimiz yaşardı.
Şimdi biz anneye bakıyoruz, arada yavrulara da besin takviyesi yapıyoruz ama ailesinin ana bakımı anne kediden.
 Bu ağzı burnu yerim ben!!
  

  Bebek işte, ne yapsın.
Bu minik yavru, biyolojik annesi geldikten sonra bile beni asıl annesi sanmaya devam ediyor. Gündüz ailesiyle beraber takılıyor. Akşam kavuşma anımız ikimiz için de bir bayram :)
 

 
Bu da bulduğumuzdaki halleri. Bunu niye paylaşıyorum? Ne halden ne hale geldiklerini göstermek için. Kendi kaderlerine bıraksaydık ölüp gideceklerdi acı içinde. Biraz emekle sağlıklı ve mutlu birer yavru olmalarını sağladık. Bu aralar etraf yavru kedi ve kedilerinin bakımı için çırpınan anne kedilerle dolu. Denk gelirseniz lütfen kayıtsız kalmayın. Selam ve sevgiler herkese.