16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kitap ve Müze; 2 boyuttan 3 boyuta

Bir okur olarak Orhan Pamuk'a küsüşüm, daha doğrusu onun kitaplarından pes edişim lise yıllarıma dayanır. 'Beyaz Kale'den keyif alınca önce 'Yeni Hayat' ve sonra 'Kar'ı okumaya davranıp, okuma denemelerim, ağır tonajlı kamyonun oldukça dik bir yokuşu her akşam titreye titreye ancak 3'er 5'er metre yol alabilmesine dönüşünce, kitapları elimden bırakıp, bir daha da Orhan Pamuk okumaya tövbe etmiştim. Aradan geçen yıllarda sanıyorum ki Orhan Pamuk'un anlatım dili çok değişmiş. Bence bir yazarın zekası, her satırda okuru zorlayacak grift ve sarmaşıklı cümlelerden ziyade, insan ruhunun en derinlerindeki sandıkları açabilme ve bunları etkili anlatabilme yeteneğinde saklı. Yazarın 2015'te çıkardığı 'Kafamda bir tuhaflık' isimli kitabı, yaktığım köprüleri hızla yeniden inşa edince 'Kırmızı Saçlı Kadın' ve geçtiğimiz hafta içinde de 'Masumiyet Müzesi'ni okudum ve ardından kitaptaki döneme, aşka ve eşyalara adanan müze olan 'Masumiyet Müzesi'ni gezdim. Şimdi Orhan Pamuk'u görmek ve sormak istiyorum: Biz bu güzelliği hak edecek ne yaptık :)
 Müze Çukurcuma'da 3 katlı bir ev. Kitabı okuyanların bildiği üzere Nesibe hala'nın evi :)
Kitabın sonlarına doğru ücretsiz bilet var. Girişte kutucuğu kaşeletip biletinizi alıyorsunuz.

Okuduğunuz bir kitabın müzesini gezmek, içine girdiğiniz hayal dünyasının 2 boyuttan 3 boyuta geçmesi gibi bir şey. Fantastik bir deneyim. Zaten kitaptaki anlatım ve analizler öyle derin ve iyi işlenmiş ki ana karakterlere bir süre sonra eş-dost-akraba hissi geliştiriyorsunuz. Kitap bir kara sevda hikayesi anlatıyor. Aslında böyle söyleyince haksızlık etmiş gibi hissediyorum çünkü kitap bir aşk hikayesinin arka planında bir dönemin İstanbul'unu veTürk insanını, günlük yaşamıyla ve pek güzel sosyolojik tespitlerle anlatıyor. Kitabın ana kahramanı Kemal, aşık olduğu kadının tüm eşyalarını gizli gizli biriktiyor. Bunlara izmaritler de dahil. İzmaritler önce onlar oluyor...
 Sonra yüzler
 Sonra da binler!
Her birinin altında içildiği anlardan notlar ve diyaloglar var ve eğer kitabı okuyup giderseniz bu pano hemen girişte hazırlıksız yakalayacak sizi.
 Sonra kitapta bahsi geçen eşyaların geçişi başlıyor kutu kutu vitrinler içinde.
Tüm resimlerin altına tek tek ne olduklarını yazmayacağım tabii ki. Nesnelerin tamamı kitapla bağlantılı. Hikayede bahsi geçen tüm eşyaları görüyorsunuz. Söyleyebileceğim tek şey, lütfen lütfen kitabı okuyun ve müzeyi gezin, kendinize bu iki deneyimi hediye edin. En son bölümde, imkan bulup da gidecekler için bir iki Çukurcuma önerim de olacak.

 







 Her şey kurgu bir hikaye gibi görünse de, bir dönemin tüm detayları var müzede.





 

Bu kitap-müze dahiyane bir fikir olduğu kadar İstanbul'a, Türk insanına büyük bir armağan (2014 yılında 'Avrupa'nın En İyi Müzesi' ödülünü aldığını da eklemek istiyorum) Orhan Pamuk'a yürekten teşekkürler (Bakarsınız denk gelir ve bu yazıyı okur :) Bu arada Müze'ye ve dolayısı ile Çukurcuma'ya gitmişken, az ilerdeki 'Cuma Cafe'de' yemeğinizi yemenizi, biraz yukarısındaki Holy Cafe'de kahvenizi ve az biraz daha yukarıdaki 'Botanik Cafe' 'Müz'de gerçek el yapımı limonatanızı içmenizi öneririm. Üçü de müzeye çok yakın. Birinden diğerine geçerken butiklere de göz atmayı ihmal etmezsiniz artık. Ben aynen bu sırayla yaptım ve biliyorum pişman olmayacaksınız :)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder