Bu aralar, akşamları güneş nerede, ben ve mimoza vazom orada. Gönüllü takip. Hatta av. Güneş avı. Bir o tarafa, bir bu tarafa. Mimoza zaten sanki saçılmış güneş parçaları. Bir de üzerine güneş vurunca gözlerim ve ruhum kamaşıyor.
Yanına da bir kitap ve bir kahve. Ondan sonrası bir tür 'metamorfoz'. Anlatması zor. Fena okumayan, kendini en azından yazıda fena ifade etmediğini düşünen ben, bazen (belki de çoğu zaman) anlatımda yetersiz kalıyorum. Halbuki fotoğraftaki tam şu anı, kitabın sayfalarını çevirirken ki o sesi, hikayenin sürükleyiciliğini, mimozanın kokusunu ve güneşim mimozalara vururken gözlerimde yarattığı kamaşmayı, oturduğum tüylerin, kollarımın çıplak kısımlarında yarattığı tatlı gıdıklanmayı, kahvenin ağzımda dağılan ve günün yorgunluğunu almasa da alıyormuş gibi yapan acımtırak tadını size de hissettirebilmeyi ne kadar çok isterdim.
Güneş de böyle mi kokuyor acaba?
Bazen de buraya vuruyor güneş, ondan sonra pılımızı pırtımızı toplayıp hooop buraya taşınıyoruz. Fazla uzağa gitmemiz gerekmiyor ne de olsa.
Bu arada 'Fi' dizisini seyrettiniz mi? Salı ve çarşamba akşamları ilk 2 bölümünü seyrettim. Bu akşam da 3. bölümü seyredeceğim. (Her gece sadece birer bölüm seyretmek için çok mücadele verdim kendimle) Çook güzel olmuş. İlk defa kitaptan filme çekilen bir hikayeyi kafamdaki sahneler ile bu kadar örtüştürdüm. Ozan Güven meğer Can Manay olmak için doğmuş. Serenay-Duru, Mehmet-Deniz, Berrak-Özge eşleşmeleri muhteşem. Casting'i kim yapmışsa helal olsun. Sadece, 2. bölümde hikayeye giren Sadık Murat Kolhan olmamış sanki. Kafamda çok daha başka bir Kolhan vardı. Neyse, bu gece 3. bölümü seyretmek için sabırsızlanıyorum. Bu arada mimozalardan Fi'ye nasıl geldim bilmiyorum ama böyle işte. Selam ve sevgiler herkese.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder