26 Mayıs 2015 Salı

Kuşlar

Bugün farklı bir enerji ile uyandım, her zamankinden daha farklı bir his vardı içimde, sanki ufacık da olsa güzel bir şeyler olacak gibi geldi; çok sevdiğin ve özlediğin bir arkadaşınla görüşmek veya güzel bir haber almak gibi. Dolayısı ile farklı bir motivasyonla güne devam ediyorum şimdi. İnsan zaten ne düşünürse onu çeker. Böyle bir şeyler olursa şaşırmayacağım :)
Bunlar da dün kavuştuğum kitaplarım. Alain De Botton'un 'Görmek ve Fark Etmek' kitabını denemiştim bu ayın başında. O kadar besledi ki beni, dün öğlen bunları da kaptım :)
Ve vakit kaybetmeden 'Romantik Hareket'e başladım dün akşam. Bakalım nasılmış. İlerleyen günlerde düşüncelerimi paylaşırım. Herkese güzel bir gün diliyorum.

22 Mayıs 2015 Cuma

Maksat yazmak olsun

Her cuma bu saatlerde bir yazma isteği geliyor bana. Birşeyler yazmak, iyi hisler, iyi dilekler paylaşmak istiyorum sizinle. Çook güzel bir hafta sonu diliyorum herkese. Güzel tatlı hisleriniz, mutlu mesut anlarınız olsun. 19 Mayıs tatilinden dönünce hemen önce craft odama attım kendimi. Kar karıştır, kes yapıştır :) Olayım bu benim :)
 Mandal sevmeyen var mı aramızda, yoktur bence :)
Şu soldaki çiçek salkım sardunya, her sene bu mevsimde öyle güzel çiçekler açıyor ki! Dün akşam bir yanda çayımı yudumlarken bir yandan da fotoğrafladım ama fotoğraf gerçek güzelliğini veremiyor.
Yarın yeni bir defter, kutu ve çanta atölyem var. Handizayn Ümraniye'deyiz. En renkli malzemeleri karıştırıp en tatlı sohbetleri yapacağız misafirlerimle. İple çekiyorum atölye saatini. Bir sonraki 20 Haziran'da Secdus'da. Detaylar burada.
Bahtiyar ailesi :)
Kinyas ve Kayra'yı okuyorum bu aralar. Enteresan bir kitap. Yeraltı edebiyatı deniyor sanırım bu tarza (?) Farklı ve çok bana göre değil. Sırf benim tarzıma uygun değil diye bir yapıta iyi veya kötü diyemem asla ama beni beslemiyor diyebilirim herhalde.  Burada parlamış ama kitap kapağı çok korkutucu, tam içeriğe göre, iyi ki parlamış foto :) Herkese iyi hafta sonları...

21 Mayıs 2015 Perşembe

Assos ve Kazdağları'nın ardından

Size 'ben bugün seyahate gidiyorum' diye yazışım sadece dün gibiydi ama üstünden beş gün geçti ve ben gidip geldim bile. Bazen kısacık ve spontan programlar, uzun ve detaylı planlananlardan daha doyurucu oluyor. Bu da öyle oldu. Ege'nin uçsuz bucaksızlığına kucak açan terasından, Assos'tan  başladık. Her mekanın kendine özgü bir havası var. Kimisine eğlence için gidersiniz, kimisine dinlenmek için, kimine tarih gezmek için ama Assos bana göre bunların hepsinden bağımsız, insanı çarpan, her gidişimde ayrı vurulduğum, manen yükseldiğim ve iyi hislere büründüğüm, insanı ruhuna döndüren bir yer.Tam olarak nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama Behramkale Köyü'nün kendine has güzelliği, o en tepeye kurulu tapınak, sarp yamaçtaki amfitiyatro ve diğer kalıntılar beni çok etkiliyor. Bir zamanlar insanların yaşamlarının ne kadar etkileyici olduğunu düşünüyorum. 3.000 yıllık bu amfitiyatroda neler konuşulmuştur, nasıl insanlar gelip geçmiştir diye düşünüyorum. Aristo'nun da bir dönem burada yaşamış olması hayallerime ve zihnimdeki Assos algısına ayrı bir tat katıyor. Yukarıda antik kentin geniş açı bir fotoğrafını görüyorsunuz. Kendimi de sakladım fotoya :) Sanki o dönemlerde yaşamışcasına. (Bu fotoğraf aslında çoook uzun ve panoramik bir fotoğraf ama blog ebatlarında bu kadar yerleşebiliyor)
 
 
 
Behramkale Köyü, minik bir tepenin yamaçlarına kurulmuş olmasından ötürü eşsiz günbatımı manzaralarına yüzünü dönmüş teraslara ev sahipliği yapıyor. Bu teras da onlardan birisi.
 Ve tabii ki Assos'u Assos yapan, muhteşem tapınakları ve kalıntıları kadar yüzyıllardır gemilere ev sahipliği yapan limanı aynı zamanda. Limanın bir kıyısına oturup o gamsız hareketliliği seyretmek çok keyifli.
Bu gidişimizde Behramkale'de değil de Liman'da kalmayı tercih ettik. Denizin kokusuna, martıların sesine yakın olmak istedik. Bu fotoda gördüğünüz üçlü bina Nazlıhan Otellerine ait. Mekan ve konum olarak çok ideal olduğundan burayı tercih ettik fakat yemek konusunda daha iyi olabilirler. Yine de akşam güneşini denize karşı batırmak ve sabah deniz sesi ile uyanmayı çook özlemişim.
 
 
 
Bu minik gezide bu sene baharı ve yazı ilk defa tam anlamı ile hissettim.
 
 
 
Bol çiçek olur da güzel görüntü olmaz mı? Bakınız şekil A :)
 
Bu gidişimizde konaklama için iki süper alternatif keşfettik. Birisi üstte avlusunu gördüğünüz Nar Konak. İstanbul'dan giden genç bir çift işletiyor. Çok şirin, çok ferah. Stili için modern Anadolu desem anlatabilmiş olur muyum acaba? Sahibinin anneannesinin ördüğü el işleri yatak üzerlerinde. Gönlümüzü fethetti bu güzel minik otel.
Bahçesinden bir köşe


Diğer konaklama alternatifi de üstte girişini gördüğünüz Assosyal. Burası daha 'farklı' bir dekorasyona sahip. İçeri girdiğinizde gerek müziği, gerek dekoru ile daha Avrupa esintili bir havası var. Zaten çok geçmeden konaklayanların çoğunlukla kuzey ülkelerinden olduğunu görüyorsunuz (Ya da bize öyle denk geldi)

Assosyal'in mini cam kubbeli Van Gogh salonu
Taş avlu... Aynadan triko giydirilmiş ağacı görebilirsiniz. Çok sevimliydi.

 
Yolculuğumuzun ikinci durağı Kazdağları'ndaki Yeşilyurt Köyüydü ve oraya sahil yolundan değil de her 3-4 km'de bir köyden geçilen dağ yolundan gittik. Bu güzergah sayesinde bunun gibi güzel köyler gördük. Burası Sazlı köyü. Kozlu, Kayalar, Demirci köyleri de bu güzergah üzerinde.



Ve geldik Yeşilyurt Köyü'ne. Burası ormanın içinde bol oksijenli, bol huzurlu şirin mi şirin, sıcacık bir köy ama bazı yerlere sezon dışında gitmek lazım. Eğer gidecek olursanız burası da öyle bir yer. Normalde çok kalabalık oluyor ama bu kez 18 Mayıs'da okullar tatil olmadığı için her yer tam istediğimiz gibi sezon zamanlarına göre daha sakindi.
Bu köye yolunuz düşerse Çetmihan Otel'e mutlaka uğrayın ve o ambiyansı görün. Odaların tarzı çok farklı. İyi veya kötü değil ama benim aradığım stil değil, bu nedenle bir yorum yapmayacağım ama bir butik otelin sahip olabileceği en güzel bahçelerden birine sahip. Odaların dekorasyonu da size hitap ediyorsa burada bir gece size çok iyi gelecektir.

Kapının güzelliği



İşte böyle... Gidenler biliyordur, gitmemiş olanların da inşallah tez zamanda buralara yolu düşer.

15 Mayıs 2015 Cuma

Bugün günlerden gitmek

En unutamadığınız anınız hangisi desem, ne cevap verirsiniz. Hemen gelir mi aklınıza böyle bir an veya anlar? Benim bu soruya vereceğim birkaç cevabım var. Ve ne enteresan ki vereceğim tüm cevaplarda o unutulmaz anların başrolünde güneş var. Bugün de yine güneşe başrol vermeye, sabahın en erken saatlerinde onu doğarken karşılamaya, akşam batarken uğurlama gidiyorum. Seyahat denince kaçış denir hep, uzaklaşmak, unutmak... Bence ise tam tersi; gitmek aslında yaklaşmak ve yakınlaşmaktır, bulmaktır, kendini bulmak, kendi benliğine yakınlaşmak. İşte bu hafta sonu bunun için mükemmel bir fırsat. Güzel ülkemizin en güzel kasabalarından birine, bence Ege'nin çatısı olan muhteşem güzellikteki bir yere, Aristo'nun memleketine gidiyorum. Bildiniz siz :) Bu güzel cuma gününe denk gelen kandiliniz mübarek olsun. Sevgiyle kalın.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Yaşasın yatay düzenleyicilik :)

 

Eğer henüz duymadı ve okumadıysanız, lütfen kendinize bir iyilik yapın ve John Perry'nin 'Erteleme Sanatı' kitabını edinin. Erteleyen veya dakik bir insan olmanız, konuya ilgi duyup duymamanız bence çok önemli değil çünkü bu kitap harika tespitleri olan, son derece eğlenceli bir dille yazılmış harika bir içeriğe sahip. John Perry, Stanford Üniversitesi'nde görev yapan bir felsefe profesörü ve Nobel ödüllü bir araştırmacı. Kitabında çok ilginç bulgulara yer veriyor. Okurken gülme krizine girdiğim bölümler oldu. Sistematik erteleyici iseniz ve bundan muzdaripseniz bu kitap size kendinizi sevdirecek, değilseniz yine de kendinizden bir şeyler bulacaksınız. Aynı benim bulduğum gibi :) Kitapta birçok tespit var ama bence bir tip eksik kalmış. Bunu John Perry'e yazacağım :) Belki sonraki baskılara eklemek ister. Neden olmasın :)


John Perry bu kitapta birçok başlık altında tespitlerini irdelerken 'yatay düzenleyicilik' kavramına da değiniyor ve o sayfalarda gezinirken kusursuz bir yatay düzenleyici olduğumu fark ettim :) Ve müjde, eğer çalışırken her şey her an gözünüzün önünde ve bir kol mesafesinde olsun istiyorsanız, ortam ne kadar kaotik olursa olsun yine de eşyalarınızın dolaplara tıkılı kalmasından ve onları görememekten hoşlanmıyorsanız siz de bir yatay düzenleyici olabilirsiniz :) Konuyu detaylı okudukça, evde en çok vakit geçirdiğim craft odamı içgüdüsel olarak yatay düzenleyicilik prensibine göre dekore ettiğimi ve kullandığımı anladım.
Biraz daha detaylandırmak gerekirse, her gün belli bir miktar vakit geçirdiğim ve binlerce craft malzemesine yer verdiğim çalışma odamda gerçekten herşey gözümün önünde ve masamın üstünde. Masamda yer kalmadıysa (ki çoğu zaman kalmıyor doğal olarak) yanımdaki kanepelerde. Yani mümkün olduğunca yan yana ve erişim mesafesinde.

Kullandığım bütün düzenleme sistemleri yine ulaşınca erişeceğim şekilde sağım ve solumdaki açık gözlü raflarda. Kesinlikle kapak yok ve dolapdan ziyade raf sistemlerini tercih etmişim.

John Perry, bu tip insanların çok geniş masalara sahip olmaları gerektiğini ve hatta mümkünse masanın bir yanında Çin restoranlarında olan türde ayrı bir döner platform olması gerektiğini söylüyor :) Böylece sadece masaya yayılmakla kalmayıp, döner platforma da yerleştirip, çevir döndür sistemi ile daha çok malzemeye ulaşabileceğimizi söylüyor. Aklınla bin yaşa John Perry :)

Ben masaya yayılmak, neredeyse oturma hizama astığım çok gözlü rafları tercih etmekle kalmamış, bir de önüme sergi ağacı koyarak ve sevdiğim şeylere onun üzerinde yer vererek yatay düzenleme alanında çığır (! :)) açacak tamamen içgüdüsel yatay yerleşimler geliştirmişim :) Ve bu yazı için telefonumda craft odamın son 3-5 ayına ait fotoğraflar ararken, bu odanın tam bir bukalemun oda olduğunu fark ettim. Her gün farklı bir görünüm içinde :)

Bu kitaptan ve anlattıklarından gerçekten çok keyif aldım. Siz de deneyin. Mutlu hafta sonları sizlere. Sevgiler.

7 Mayıs 2015 Perşembe

Lazım olursa diye...

Okurken bir şeyler dinlemek hoşunuza gidiyorsa eğer, kelimelerle beslenirken müzikle de yoğrulmak istiyorsanız, sıradaki okuma saatinizde şu linke tıklayın. Ben okurken müzik tercih ettiğimde hep radyo dinliyor muşum meğer ama nette çok güzel okuma müzikleri varmış ve bu da onlardan biri.

Bir de, belki siz de yapıyorsunuzdur, her gece kızımı uyutmadan önce, hikaye okuma seansından hemen sonra bir şarkı dinletiyorum ona. Uyku yolunu açacak, onu rahatlatacak bir şarkı oluyor bu. Son 1 hafta 10 gündür de şuna takıldık. İlk dinlediğinde 'içim eridi' dedi. Bu lafı duyunca benim de içim eridi. Şimdilerde her gece, birer kere... Minik meleğinizi uyuturken bir kere de olsa denemenizi öneririm. Sevgiler.

Mucize arayanlara

Benim çocukluğumun 10 yaşına kadar olan kısmı şimdilerde artık yaşanamayan şekilde arkadaşlarımla, mahallede, sokakta, oyunla, eğlenceyle geçti. 10 yaşımdan sonra apartmana hapsoldum. Yeşil olarak hayatta gördüğüm tek şey şehrin merkezine yürüyerek inerken yol kenarlarında gördüğüm peyzaj ile arada ailecek gittiğimiz piknik, dağ bayır gibi yerlerde, uzaktan bakılan tarzda doğa parçalarıydı. Daha çok ayakkabımı kirleten toz-çamur, üzerime çıktı çıkacak diye dertlendiğim börtü böcekten ibaretti. Ergenlik, üniversite, çalışma hayatı derken doğa ile ilişkim gerçekten çok uzaktan uzağa seyretti. Ama son üç yıldır, şükürler olsun ki, insanoğlu olarak aynı yapıdan geldiğimiz toprağı, onun gücünü ve üretkenliğini çok daha yakından görmek ve yaşamak imkanı buldum. Meğer ne kadar büyük bir yanılgı içindeymişim. Doğanın güzelliği ve insana bahşettikleri karşısında özellikle bahar dönemlerinde her gün başka mucizeye tanık oluyor, her gün ayrı şaşkınlık, şükran ve şükrü yaşıyorum. Birkaç fotoğrafla size de anlatmaya çalışacağım bunu. Yukardaki fotoda gördüğünüz bitkinin adı 'orman gülü'. Bu bitki bütün kış bir köşede sessiz, sedasız, sabırla oturup sırasının gelmesini bekliyor. Önünden geçseniz fark etmiyorsunuz bile. Sonra nisan sonu mayıs başı gibi yukarda gördüğünüz tomurcukları açıyor. Kabaca tarif gerekirse işaret parmağınızın ucundan ilk boğumuna kadar olan büyüklükte, ufacık tefecik bir tomurcuk bu. Bu bitkiyi tanımadan bakan birisi için belki de anlamsız minik çıkıntılar. Ama sonra gün be gün mucizeye tanık oluyorsunuz.

O minik tomurcuğun içinden pembe, yumuşak kese görünümlü şeyler çıkıyor 10-15 gün içinde. İlk bakışta bunu çiçeğin olmuş hali sanıyorsunuz.

Daha sonra o minik pembe kesecikler pıtır pıtır açılarak bu muhteşem zarif bukete dönüşüyorlar.  

Tüm çiçekleri açtığında tam anlamı ile bir geline dönüşüyor ki güzelliğinin tarifi imkansız. Kuru toprak, su ile buluşunca, dünyanın en güzel çiçeklerini, meyve sebzesini, nebatatını doğuruyor. Toprağın üretkenliği bence doğanın en büyük mucizesi. İnsanın doğaya dönmesi, sık sık durup doğa ile buluşarak zihnini, bedenini dinlendirip şarj etmesi ve bu güzellikleri görmesi gerekiyor. Ben her bahar aşık olurum demiş şair. Ben de her bahar tekrar ve tekrar doğaya aşık alıyorum ve bir baharı daha görecek kadar yaşayabildiğim için şükrediyorum. Bir de anneannemi daha bir iyi anlıyorum. Çıksın gelsin, evimizi şenlendirsin, bize kendine hizmet etme fırsatı versin diye dil döküyoruz ama o bağından bahçesinden kopamıyor. Bir annenin, bebeğinin başını beklemesi gibi tomurcuklarının, fidelerinin, ağaçlarının, tavuklarının, kuzularının, ekip biçtiklerinin ve doğadan onun payına düşen ne varsa onların başında bekliyor şefkatle. Ne şanslıyız ki, 80 küsür yaşındaki bir kadının, 100'ü aşkın çocuk, torun, çocuk torunu ve torun çocukları olarak hala onun yapıp her sene en doğalından gönderdiği balı, tereyağını, bilimum bakliyatları, toplanıp kurutulmuş otları, patatesleri ve şu an aklıma gelmeyen onlarca ürününü yiyoruz. Düşünüyorum da, benim anneannem de aynı toprak gibi, doğanın kendisi gibi. Allahım sağlıklı uzun ömürler versin.