1979 doğumluyum. Dolayısı ile 80’lerin ortasından 90’lara
doğru akıp giden yıllarda çocukluğumu yaşadım. Sokaklar aşkımdı. Sabah
uyanınca, eğer o gün okul yoksa, ekmeğin arasına peyniri koyar, evdekiler
uyanmasın diye kapıyı bile çekmeden çıkar kendimi sokaklara atardım. Oyunumu ve
arkadaşlarımı bırakıp, kahvaltıya, öğle yemeğine ve akşam ezanında eve gitmek
hergün yaşadığım bir işkenceydi, çünkü asla bitsin istemezdim. Mahallenin tüm çocukları
sabahtan akşama sokakta takılırdık ve eve gitmemiz için annelerimizin bir kere
bağırması yetmezdi. 1-3-5… Sayısız bağırmanın sonunda, ertesi gün tekrar
birleşecek olmanın hayali ile ve zoraki evlere dağılırdık. Uzun lafın kısası
çocukluğunu sokakta yaşayan son jenerasyonlardan oldum diyebilirim, artıları
eksileri yazıp bir bakarsak totalde mutlu bir çocukluk geçirmiş olduğumu
düşünüyorum şimdi.
Bu yazıyı yazmamın sebebi; o yılları düşününce aklıma gelen,
beni gülümseten, sevgiyle hatırladığım şeyleri paylaşmak. Bu akşam izlediğim
bir program getirdi bunu aklıma. Bugünün hızlı iletişim ortamında o günleri
hatırlatan programlar fazlası ile nostaljik geliyor artık.
O günlere dair hatırladığım birinci şey kazanlı şofbenlerdi.
Kışın soğuklarında banyo yapmak bir işkenceydi. Önceden yak, kazandaki suyu
ısıt, banyonun ısınmasını bekle… Ortaokul yıllarıma kadar annemin beni neden
hep erkek traşı ile dolaştırdığını, o zaman anlamıyordum ama, şimdi çok daha
iyi anlıyorum. Buraya eklemek için bir görselini aradım ama bulamadım. O kadar
geçmişte kalmış bu şofbenler demek.
İkinci şey ise vatkalar. Ufak tefek bir kadın olan annemin
vatkalarını çok net hatırlıyorum. Sanki sahibini uçuracak gibi yukarı doğru yükseliyordu
bu vatkalar. İyi ki modası geçti ve bir daha o şekliyle geri gelmedi dediğim
şeylerden J
Çok net hatırladığım bir diğer şey ise, merdaneli çamaşır
makinaları. Ne çekti annelerimiz gerçekten. Daha öncesinde merdane bile yok
tabi, elde yıkanıyormuş her şey ama o kadarını düşünemiyorum bile. Evlerimizde
çamaşır günü vardı. O gün baştan sona çamaşır yıkamak için ayrılırdı. Annemin
hayatının kimbilir kaç günü çamaşır yıkamak için heba oldu.
Bir diğer dönem ikonu, TRT’nin yayını başlanmadan önce ve
yayını bittikten sonraki resmi geçidi (bir de istiklal marşı mı okunuyordu ?) ve
ekranlarda tiz bir ses beraberinde görüntülenen o figür. ‘Yayınımız sabah 7’de
başlayacaktır.’ Yayının bitmesine henüz hazır olmadığımız için az mı bakakaldık
kendisine umutsuzca J
Adile Naşit ve Barış Manço’yu unutmak mümkün mü ? Belki
onları en başta saymamız gerekirdi. Her ikisi de ebediyete intikal ettiklerinde
ailemizden birini kaybetmişcesine üzülmedik mi ? Birisi ailemizin tontonuydu, diğeri Barış Abimiz. Kaç mektup yazdım yırttım Barış Abime.
İlkokulda mıydım acaba, belki o kadar
bile değildim. ‘Beni de ekibine kat Barış Abi, ben de dünyayı gezmek istiyorum’
diye yazıyordum kendisine. Keşke o mektuplarımdan bir tanesini bugün görme
imkanım olsaydı.
(Görsel http://resim.rehberiniz.org adresinden alınmıştır.)
Zihnimde o günlerdeki gibi yer etmiş ve aynı tazelikte
hafızamda konaklayan bir diğer şey ise ‘Bay Meraklı’ Az izlemedik o huysuz çizgi
adamı J TV
dünyasının belki de en ikonik karakteridir kendisi.
TV demişken Yakari ve He-man’i de unutmak büyük haksızlık
olur. Çocukluğumun ‘yat zili’ydi Yakari. ‘Anne nooolur belki bir çizgi film
daha çıkar’ yakarışlarım hep aynı cevabı alırdı; ‘Bu akşamlık bitti kızım’ (Ama
içten içe hep aynı şüpheyi taşıdım; bitmiyordu, annem yanılıyorduJ)Okul yılları başlayınca fasulyeler çubuklar, beyaz yakalı siyah önlükler, tebeşir, abaküs ve hece kartları girdi hayatımıza. ‘Ali topu at, Veli tut’ O zamanların en güzel tarafı sadeliğiydi bence. İnsan, kendi doğasına bu kadar karşı değildi. Sadelik ve basitlik bizlerle omuz omuzaydı. Teknolojiyi harcamıyorduk ve teknoloji tarafından harcanmıyorduk. Yaşadığımız dönem de güzel ama o yılların masumiyeti ve basitliği sanırım bir daha hiç geri gelmeyecek.
(Görsel http://daktiloseridi.blogspot.com adresinden alınmıştır.)
Okul demişken, Cin Ali’yi unutmak, bu yazıyı boşuna yazmak
olur herhalde. Herbirimizin kendi öğretmenimiz vardı şüphesiz ama görünmeyen
bir kahramanımız vardı ki o da Rasim Kaygusuz’du. Birçoğumuzun çocukluğu, Rasim
Kaygusuz’un kaleminden çıkan Cin Ali hikayeleriyle şekillendi. Bence Rasim
Kaygusuz’un Türk eğitim tarihinde özel bir yeri vardır ve bu kişi (şu an
hayatta bile değildir herhalde, bunu bile bilmiyoruz) bizlere anlatılmalıdır.
(Görsel http://alkislarlayasiyorum.com adresinden alınmıştır.)
Geleceğimizin de geçmişimiz kadar sade ve mütevazi güzelliklerle dolu olması dileği ile.
İlkokul resmimi buralarda gormek cok hos :) elinize saglik.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, bu yazı için tam aradığım tarzda bir görseldi :)
Sil