14 Ekim 2015 Çarşamba

Atina'dan selamlar

Saat 23:45... 13 Ekim Salı gecesi (Yazı yarın yayına girecek) Uzun, upuzun bir günün sonunda Atina'daki otel odama yeni girdim. Gayet tabi Mikis Theodorakis 'Zorba' çalıyor fonda. Ortalık iyice sessizleşti, müzik ve klavyenin tıktıkları var sadece. Zaman çok göreceli bir kavram. Gün uzun ve dolu geçince, aynı günün sabahı günler öncesi gibi kalıyor insanın zihninde. Garip bir his. Sabah 09:55'te Sabiha Gökçen'den uçtum. Uçakta güzel bir sürpriz bekliyormuş beni. Yarıdan fazlası boştu :) Uçmayı ve uçakları seviyorum. Özgürlüğümüz onlar. Diğer taraftan, fiziksel anlamda sıkışık bir ortamları var. Bu nedenle, boş uçağı bulunca yolculuğumun yarısı cam kenarında, yarısı koridor kenarında ama büyük çoğunluğu her üç koltuğu da itinayla dolu dolu meşgul ederek geçti :) Tuhaf bir keyif aldım bu beklenmedik ekstra özgürlükten :) Kısa yolculuğum boyunca 'Kafa' dergiye gömdüm kafamı.
 Şu görüntüye aşık olmamak mümkün mü? Işıl ışıl, pamuk pamuk...
 Ve iniş, gölgemiz minicik orada.
 1 saniye sonra tekerlekler yere değecek... Bir 6-8 sene önce uçak inince yolcular alkışlardı, hatırlıyor musunuz :)
Yabancı bir havalimanında insanı ilk karşılayan şeyler; tabelalar. Tam anlatamayacağım garip bir his. Yabancı ama tanıdık, Mesafeli ama sıcak.
Bir şehirde geçireceğiniz boş zaman çok kısa ise eğer ilk yapılacak şey kesinlikle 'sight seeing' otobüslerle kısa şehir turu. Bir de üst katta yer bulursanız hemen atlayın :) (Şu pembe güneş şemsiyelerinden ben de istiyorum lütfen :)) Atina İstanbul gibi. Tarihinden kalan muazzam varlıklara rağmen şehir çok tahrip edilmiş. Çok kötü ve plansız yapılaşma beton gölüne çevirmiş ortalığı. Yeşil alanlar yok denecek kadar az.
Turdan sonra soluğu meşhur Acropolis'de aldım. Anlatmaya kelimeler yetmez. Şehrin göbeğinde, kayalıkların üzerinde muazzam tapınaklar. Yüzyıllar öncesinin mimari stilinden ve estetik anlayışından büyüleniyorum. Antik Roma ve Helenistik dönem insanlığın en üstün zamanlarıymış gibi geliyor.
 Kısmi restorasyon devam ediyor.
 Denizi görebiliyor musunuz?

 Gök öyle güzel, öyle yakın. Bir de Nemrut'ta hissetmiştim burada hissettiklerimi.
Burada saatlerce bu manzaraya bakabilirim.

 Uzun günlerin, uzun yürüyüşlerin en risksiz, en güvenilir ve lezzetli destekçisi portakal suyu. Aslında daha da iyisi nar suyu ile karışık olanı ama aldığım yerde nar yoktu. O kadar yürüdüm ki emektar sneakerlarımın solunun altı gün sonunda tamamen dağıldı :)
Eğer Atina'ya yolunuz düşerse, tipik turistik yerlerden daha farklı bir bölge görmek isterseniz Ermou Caddesi ve Monastraki bölgesine uğrayın. Bit pazarları, vintage kıyafet dükkanları ve sahaflar sizi bekliyor :)
 Sol alttaki daktiloyu isterdim tabii :)
Saatler süren yürüyüş esnasında bir de Tiger mağazasına denk gelince Defniko'nun hediyelerini de ilk günden halledivermiş oldum :) Akşam Yunanistan ofisimizin semineri, ardından kokteyl ve Piraeus'de yediğimiz yemek sonrasında bugünü noktalamak üzereyim. Şimdi malum, yatağa çivilenmişçesine monte edilmiş yorganımı başarı ile ayırıp yatağıma girmem ve sıcacık derin bir uykuya dalmam lazım. İmkanım olursa yine yazarım belki buradan. Sevgiler herkese.


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder