Tanıştırayım: Bu hanımın adı Livia. Atina Arkeoloji Müzesinin bilmem hangi kanadının, bilmem hangi galerisinde çıktı karşıma. Günümüzden tam 2100 yıl önce Girit'te yaşadı. Denizi gören tek katlı kocaman bahçeli evi, dört çocuğu vardı. Augustus'un karısıydı. Galerideki yüzlerce portre arasında en çok dikkatimi çeken Livia oldu. İfadesinde karşıdakine geçen bir netlik ve huzur var. Çenesindeki yuvarlak çıkıntı, kulaklarındaki delikler, dudaklarının şekli, iddalı ama düzgün burnu, yuvarlak yüz hatları ve geriye doğru kabartarak taradığı kahkülü ile çok tanıdık biri gibi geldi bana. Her an ete kemiğe bürünüp saati soracakmış gibi mesela. Ne ilginç değil mi? Bir sanatçıya poz verip heykelini yaptırıyorsun, 2000 yıl sonra insanlar gelip seni hayranlıkla seyrediyorlar ve belki bir 2000 yıl daha seyredecekler. Sanat kimi insanlara bahşedilmiş bir lütuftur. Nedir sanat? İnsanın doğayı kendince yorumlayarak taklit etmesi, hayatı anlama çabasıdır. Ve bu çabadan ötürüdür ki hayatlarımızda bambaşka bir boyut var. İnsanlara hitap edebilmek, onları böylesine yapıtlarla büyüleyebilmek ne kadar güzel bir şey.
Bugün çok güzel bir cuma günü. Saat 15:02. Atina'daki son saatlerim. Akşam aşklarıma kavuşacağım anı iple çekiyorum. 4 gün için; biri siyah, biri lacivert, biri kırmızı ve biri de şirketimin kurumsal kataloğundaki bordo renklerinde 4 elbise 2 ceket getirmiştim. 1 çift bot, bir çift de ayakkabı. Hepsini topladım. İtinayla valizime yerleştirdim. Mini seyahat boy macunum, şampuanım (otel şampuanlarını kullanmıyorum), diş fırçam, dergilerim, not defterim, 4 günlük konferansta dağıtılan dökümanlar ve promotif hediyeler, her şey valize bir puzzle yerleştirir gibi yerleşti. Geriye bir tek kapaması kaldı. Yazı bitince, bilgisayarı da valize yerleştirip fermuarı kapatacağım. 400 kişilik bir konferanslar zincirinin son gününe geldiğinizde ilk gün artık aylar öncesiymiş gibi gelmeye başlıyor.
Şimdilik bu kadar. Herkese çok güzel bir hafta sonu diliyorum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder